Yükleniyor ...




Cadde Life Dergisi'nin Özgür Hoca ile Yaptığı Söyleşi


Eğitimde Başarının Anahtarı Bilimsel Üretim

Bilimsel çalışmaların ve öğretme sürecinin birbirine bağlı olması gerektiğini savunan Özgür Gültekin; "Öğretimden uzaklaşan bilimsel üretim yapamaz, bilimsel üretimden kopan da öğretemez.” diyor.

ÖSS ve SBS sınavları aileleri ile birlikte gençleri büyük stres altında bırakıyor. Okul, dershane ve özel ders üçgeninde yalnız kalan çocukların imdadına bu konuda uzmanlaşmış hocalar yetişiyor. Matematik ve fizik dersleri veren Özgür Gültekin'i diğer hocalardan ayıran, akademik çalışmalarından kopmadan özel vermeyi sürdürüyor olması. Cadde Life'ın sorularını yanıtlayan Özgür Gültekin ile gençlerin eğitimi hakkında konuştuk.

Size göre Türkiye'deki eğitim sistemi bilimsel düşünceden uzak mı?

Üniversiteler meslek edinme kursları olmasa da bazı meslek insanları buralarda yetişecektir tabii. Ancak üniversitenin temel işlevi bilimin ve bilim insanının üretildiği yer olmasıdır. Lise eğitiminin sonunda üniversiteye seçeceğiniz insanlar da bilimsel düşünmeye açık olmalılar. Bugünkü ÖSS sınavı, bırakın bilimsel düşünmeye açık insanları seçmeyi, düşünen insanları seçmekten uzaktır. Bir soruya bir dakika gibi bir sürenin verildiği bir sınav, ezberlemediğin soruyu düşünme, geç anlamına gelmektedir. Böylece üniversiteler, neyi niçin yaptığını bilmeyen ama soru biçimlerini daha soruyu okumadan tahmin edip çözebilen insanlara kapılarını açmaktadır. Lise eğitimi en iyi okullarda bile bunun üzerine kuruludur. Bu eğitim sisteminin bir parçası olarak yetişen öğretmenler de yeniden eğitimci olarak atanıp geleneği sürdürmektedir. Elbette okullardaki teknik yetersizliklerle beraber, öğretmen ve de ders kitapları konusundaki yetersizlikler cabasıdır.

Dershanelerin, özel öğretmenlerin ve ders kitaplarının bu kadar çeşitli olması eğitim sistemini besleyen bir zenginlik değil mi?

Hayır, değildir. Dershaneler öğrencilere nasıl düşüneceklerini öğretmezler. Bu yüzden kimseyi suçlamıyorum. Çünkü işleri de bu değildir. Öğrencilerin gireceği sınav zaten düşünmeyi pek gerektirmiyor, daha çok bireyin robotlaşmasını gerektiriyor. Ama malzeme insan olunca her şeye rağmen robotlaştırmak da kolay olmuyor. Robotlaştırmak için insanları kategorilere ayırmak, homojen sınıflar oluşturmak gerekir. Ama yirmi-yirmi beş kişiyle homojen sınıflar oluşturulamaz. Bırakın yirmi kişiyi, bunu dört kişilik bir grupta bile sağlamak çok zordur. Çünkü iki öğrenci otuz soruda ortalama yirmi soru yapabiliyorsa, gene de bu öğrencilerin bildikleri ve bilmedikleri şeyler farklıdır. Bu öğrencilerden biri, diğerinin yaptıklarını yapamıyor olabilir, elbette doğru yanıtlar eşitse diğeri de o birinin yaptıklarını yapamıyordur. İşte özel ders ihtiyacı da bu yüzden doğuyor. Tümüyle kişiye özel. Ama özel dersin eğitim sisteminin bir tamamlayıcısı olmasının sakıncaları da çok: Her şeyden önce adaletsiz, sadece parası olanın eğitim alabilmesi olanaklı. Bir ele giden kan aynı kalpten çıkıp parmaklara eşit dağılmazsa, hangi parmağın kısa, hangisinin uzun ya da tombul olacağı nasıl adaletli olarak belirlenebilir. Ama iş bu kadarla bitmiyor. Parası olan da iyi eğitim alabilecek diye bir şey yok. Çünkü özel ders veren hocanın yeterliliğinden emin olmak o kadar kolay değil. Sonuçta öğretmenler de bu eğitim sisteminde yetişiyor ve iyi öğrenmek için emek vermek gerektiği gibi, iyi öğretmek için de emek vermek gerekiyor. Her şeyden önce de öğretmeyi yürekten istemek gerekiyor. Ders kitaplarının çeşitliliğine gelince, çoğu kitap birbirinin benzeri bir yol izliyor. Kitaplardaki öğretme biçiminin temeli de düşünmeden soru çözme stratejisine dayanıyor. Örneğin "kuvvet” gibi bir fizik kavramı, çoğu kitapta şu şekilde açıklanıyor: Hareket eden bir otomobil ya da ne bileyim hareket eden bir kalas parçası ele alınıyor. Bu hareketi sağlayan şey "kuvvet” olarak tanımlanıyor. Nasıl diyeyim, hem yanlış, hem eksik hem de öğretim açısından çok yetersiz. Şöyle ki, bir kuvvet hareketi sağlayabileceği gibi hareketi durdurabilir de. Öğrencilere "kuvvet kavramı” sadece hareketi başlatan şey olarak tanımlandığında Newton'un "eylemsizlik yasası” hiçe sayılmış oluyor. Bu nedenle yanlış. Eksik, çünkü kuvvetin tek işlevi bu da değildir. Öğretim açısından yanlış. Çünkü bu şekilde somutlanmaya çalışılan bir kavram açıklanmıyor, sadece isimlendiriliyor: "…işte bu şey kuvvettir.”demek öğrenciye hiçbir şey ifade etmez. "Kuvvet” öğrenci için sadece altı doldurulmamış bir kelimedir. "Kuvvet” yerine "hebilbilbil” de kullanılmış olabilirdi. Bu iki kelime de öğrenci için aynı anlamı ifade eder: o da hiçbir şey. Kavramlar öğrenciye neden-sonuç ilişkileri kurularak öğretilmelidir. Yoksa öğrenciyi bilimsel düşüncenin en temel özelliği olan ilişki kurma sürecinden kopartırsınız.

Öğrencilerinizi sınavla seçtiğinizi biliyoruz. Fakat düzeyi çok düşük öğrencileri de, çok yüksek öğrencileri de kabul ediyorsunuz. O halde neden sınav yapıyorsunuz?

Ben öğrencileri başarı düzeylerine göre kabul etmek için sınav yapmıyorum. Onları tanımak, eksiklerini anlamak, hedeflerini, ideallerini görebilmek için sohbet ediyorum. Bazen bir hedefleri, yaşamda netleşmiş idealleri olmuyor. Onlara böyle bir hedef kazandırıp kazandıramayacağımı anlamaya çalışıyorum. Ezberlerini bozup, onları başarılı kılıp kılamayacağım konusunda kendimi sınava alıyorum. Çünkü her insan başka bir dünya ve ben her öğrenci ile tanıştığımda "acaba bu dünyayı keşfedebilecek miyim?” diye kendime soruyorum. Bazen keşif yetmez,"acaba bu dünyayı değiştirebilecek miyim?” diye de kendime sormalıyım. Çünkü her insanın yani her dünyanın kendine özgü bazı yasaları oluyor. Bu yasalar ezberlenmez, çünkü her insanın farklı bir yaşamı ve yaşanmışlıkları var. Ezber, öğrenciler için kötü olduğu gibi, öğretmenler için de kötüdür. Ayrıca onlar öyle ya da böyle yaşamımın merkezine giriyorlar. Her ne yaparsam yapayım, her zaman onları düşünüyor, nasıl başarılı olacaklarını her şeyden önce nasıl düşünen, üreten ve seven insanlar olacaklarını araştırıyorum. Kimileri, özgür bırak öğrencileri, onlar kendi yollarını bulabilir, diyebilir. Ben onlara, kendi yollarını nasıl bulabilecekleri konusunda düşüncelerini paylaşabilecekleri ve tartışabilecekleri bir dost oluyorum. Yoksa onlara kalın çizgilerle belirlenmiş yollar sunmuyorum.

Her düzeyde öğrenciyi başarılı kılıyorsunuz. Böyle bir şeyi nasıl yapabiliyorsunuz?

Ben öğrencileri başarılı yapmıyorum. Onlar başarıya ulaşıyorlar. Onlar birer öğrenci olmanın ötesinde insanlar. İnsanın en önemli özelliklerinden biri meraktır, tutkudur. Her insan doğayı ve insan zihninin ürettiklerini merak eder. Sadece onlara merak etmek, sorgulamak öğretilmiyor. Matematik ve fiziğe ilgisiz olmalarının nedeni, bu iki şeyi de gerçekte tanımamaları, çoğu öğretmenleri de tanımıyor. İşte hayat sürüklemiş, bir meslek sahibi olmuşlar. Ama insan, hiç gerçek matematiği, fiziği tanıdı mı merak duymaz, anlamaya çaba göstermez olur mu? Örneğin zamanın farklı hızlardaki koordinat sistemlerinde farklı ölçüleceğini anlayan insan, hayatı boyunca kaçtığı fiziğe aşık oluyor. Matematiğin bu işlerin dili olduğunu öğrendiğinde ise, doğayla iletişim kurabilmenin aracı olduğunu gördüğünde, kendisine unutturulan "düşünme" eylemine yeniden başlıyor.

Bir öğrenciyi kabul ettiğimde önce birbirimizi tanıyoruz. Birbirimizi anlamaya çalışıyoruz. Sorunlarımızı paylaşıyor ve onlara çözüm ararken zihinlerimizi ortaklaştırıyoruz. İşte o zihinler biraz olsun ortaklaştı mı, çalışmalarımız doruk noktasına çıkıyor. Önce onlara öğretilen her şeyi bir kenara koyup, temel matematiksel kavramları oturtmaya çalışıyoruz. Bu süreç zorlu ve zaman alıcı oluyor, çoğu zaman yavaş akıyor. İş sadece çatlakları boyamak değildir, o temeli sarsıp hatta yıkıp yeniden inşa etmek gerekir. Bazı öğrencilerde yıkacak bir temel bile olmuyor. Ama bir temel örüldükten sonra, artık hız kazanıyoruz. Bilgiler artıyor, bir konuyu öğrenmek hızlanıyor. Ezberlemek en büyük düşmanımız, üretmek ve anlamak ise temel sloganımız oluyor. Bundan sonra çalışma isteği, azim, tutku ve başarı peşi sıra geliyor. Böylece öğrenci, anlamak ve öğrenmek için sadece kendine ihtiyaç duyuyor. Artık birey oluyor.

Öğrencilerin başarmasını sağlayan anahtarın temelde iletişim olduğunu söylüyorsunuz…

Elbette iletişim olmadan, bir şey öğretmek de öğrenmek de olanaklı olmaz. Ama öğretmen iyi iletişim kurabilmenin ötesinde bazı şeylere de ihtiyaç duyuyor. Örneğin bir fizikçi ya da matematikçi yaptığı işi gerçekten sevmelidir. Yani fiziği ve matematiği gerçekten sevmelidir. Araştırmak ve üretmek zorundadır. Eğer bir matematik öğretmeni matematiksel denklemleri, bir çok insanın gördüğü gibi kargacık burgacık, karmakarışık yazılar gibi algılıyorsa, bu durum vahimdir. O kişi zaten ne matematiği seviyor ne de anlıyordur. Oysa bugün her yerde böyle öğretmenler bulmak olanaklıdır ve bu gerçekten üzücüdür ve öğrenciler için tehlikelidir. Öte yandan toplumda gerçek bilim insanları çalışma masalarının başından kalkmayan, yaptığı şey dışında hiçbir şey düşünmeyen ve bilgisini bile paylaşamayacak yoğunlukta olan insanlar sanılıyor. İnsan masa başında böyle oturarak üretim yapamaz. İnsan bilgisini paylaşmalıdır, böylece her defasında yeniden düşünür, zihin sürekli uğraştığı meselelerden çok daha basit olanlara dönerek kendini yeniler. Öğrencilerin bazen basit ama önemli soruları olabilir. Bu sorular, bilim insanında bambaşka bir algı yaratır ve kişiyi sürekli diri tutar, üretime esin kaynağı sağlar. O yüzden öğretimden kopuk bir bilim insanı olamaz. Aynı nedenle de hayatını masa başında geçiren her fizikçi, matematikçi iyi öğretmen olamayabilir. Öte taraftan bilimsel üretimden kopuk bir öğretim süreci de kısırlaşır. Otuz yıllık deneyimli öğretmenlerin bazen tükendiğinden bahsedilir. Bunun nedeni, insanın ömrünü sadece bildiklerini anlatmaya adayamayacak olmasıdır. İnsan bildiklerini geliştirmeli, yeni şeyler üretebilmeli ki öğrencilerini de iyi yetiştirebilsin. Bu bilimsel üretim ve öğretim süreci birbirine gebedir. Çoğu zaman biri olmadan diğeri de olmaz. Bu böylesi ince bir çizgidir ve aslında zoru başarmanın adıdır, öğretmenlik.

Bilimin Vazgeçilmez Parçası: Düşünmek

1982 yılında İstanbul'da doğan Özgür Gültekin, ilk ve ortaöğretimini de İstanbul'da tamamlar. Gültekin, lise sonrası eğitim hayatını şöyle anlatıyor: Üniversite tercihimde toplumca çok değer verilen, en önemli olduğu düşünülen bölümleri tercih edebilirdim. Ama gözümü bile kırpmadan on yaşından beri taşıdığım merakımın peşinden koştum, tek tercih yaparak İstanbul Üniversitesi, Astronomi ve Uzay Bilimleri'ne yöneldim. Bu bölümü bitirdikten sonra, aynı üniversitede, Fizik Bölümü, Yüksek Enerji ve Plazma Fiziği'nde yüksek lisansa başladım. Şu anda tez çalışmam sürüyor. Bilime olan merakım, ortaokul ve lise yılarında sık sık TÜBİTAK'taki matematikçilerle zaman geçirmemi, gerçekten iyi matematikçilerle tanışıp onlarla çalışmamı sağladı. Hiçbir zaman okulda bana verilen bilgilerin yeterli olmayacağına, bilgiyi elde edebilmek için hep en iyi bilenlerle tanışmam gerektiğine inandım. Matematik ve fiziğin uçsuz bucaksız dünyasında kaybolmamak için çok emek vermek gerekiyordu, öyle yaptım, yapmaya devam ediyorum. Emek vermekten kastettiğim, masa başında oturmak ya da sadece okumak değil; düşünmeyi ve sorgulamayı elden bırakmamak. Ama ne kadar bilirseniz bilin bu uçsuz bucaksız denizde her gün yeni şeyler bulunuyor ve her gün kaybolmamak için daha fazla düşünmek zorundasınız. Düşünmek bilim kültürünün vazgeçilmez bir parçasıdır ama ülkemizdeki eğitim sisteminin en fazla dışladığı şeydir. Bir çok öğrenci velisinin takdirini toplayan Özgür Gültekin hakkında daha geniş bilgiyi www.dersevi.org web adresinden edinebilirsiniz.

Üniversite özel ders, matematik özel dersler, özel ders,sınav özel ders, kadıköy özel ders, lise özel ders
Üniversite özel ders, matematik özel dersler, özel ders,sınav özel ders, kadıköy özel ders, lise özel ders